Ceza Yargılamasında Malen Sorumlu Ne Demektir?

Ceza Yargılamasında Malen Sorumlu Ne Demektir?

Malen sorumlu, ceza yargılamasında suç nedeniyle meydana gelen maddi zararların tazmininden sorumlu olan kişi veya kurumu ifade eder. Bu kişi, genellikle suçu işleyenle ekonomik veya hukuki bağı bulunan ve suçun sebep olduğu maddi zararları gidermekle yükümlü olan üçüncü kişidir.


Malen Sorumlunun Hukuki Dayanağı

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) malen sorumluluk kavramı doğrudan düzenlenmemiş olsa da, Borçlar Hukuku ve Tazminat Hukuku ilkeleri gereğince şu durumlarda uygulanabilir:

  • Hukuki ilişkiler nedeniyle sorumluluk: Örneğin, bir şirketin çalışanı, şirket adına bir suç işlerse, şirketin bu suçtan doğan zararları karşılaması gerekebilir.
  • Velilerin veya vasi/temsilcilerin sorumluluğu: Küçüklerin veya akıl hastalarının işlediği suçlarda, veliler veya yasal temsilciler zarardan malen sorumlu olabilir.
  • Sigorta şirketlerinin sorumluluğu: Örneğin, trafik kazasına sebep olan bir sürücünün zorunlu trafik sigortası varsa, mağdurun zararını sigorta şirketi karşılamak zorunda kalabilir.

Malen Sorumluluk Örnekleri

Örnek 1: Bir şirketin çalışanı, iş sırasında bir trafik kazasına neden oldu. Çalışanın kazaya sebep olması ceza davasına konu olurken, şirket de maddi tazminat yönünden sorumlu tutulabilir.

Örnek 2: Küçük yaşta bir çocuk, başkasına ait bir aracı kundakladı. Çocuk cezai olarak sorumlu tutulamaz, ancak ebeveynleri veya yasal temsilcileri meydana gelen zararı tazmin etmekle yükümlü olabilir.

Örnek 3: Bir belediyeye ait çöp kamyonunun sürücüsü, belediyenin ihmali nedeniyle frenleri bozuk bir araçla kazaya karıştı. Belediye, maddi tazminat açısından sorumlu olabilir.


Ceza ve Tazminat Ayrımı

  • Ceza Sorumluluğu: Suçu işleyen kişiye hapis veya adli para cezası gibi cezalar verilir.
  • Malen Sorumluluk: Suçtan kaynaklanan maddi zararları ödemekle yükümlü olmak anlamına gelir.

Özetle, malen sorumlu, suçu işleyen kişi olmasa da, suç nedeniyle ortaya çıkan maddi zararları gidermekle yükümlü olan kişidir. Ceza davası sürecinde, mağdurlar bu tür zararlara ilişkin hukuk mahkemelerinde ayrıca tazminat davası da açabilir.

Ceza Muhakemesinde Suçüstü Hali Nedir?

Ceza Muhakemesinde Suçüstü Hali Nedir?

Suçüstü hali, bir suçun işlenirken veya işlendikten hemen sonra, failin suçla birlikte yakalanması durumudur. Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 2/1-j suçüstü halini şöyle tanımlar:

1. Suçüstü,
a) İşlenmekte olan bir suçun yakalanması,
b) Henüz işlenmiş olan bir suçun fiilî veya hukuki kesintisiz takip edilmesi,
c) Fiilin pek az önce işlenmesi nedeniyle failin yakalanmasının mümkün olduğu durumlar.


Suçüstü Halinin Çeşitleri

1. Gerçek (Hakiki) Suçüstü

Suç işlenirken veya işlendikten hemen sonra failin suç mahallinde yakalanmasıdır.

Örnek:

  • Bir hırsızın evden hırsızlık yaparken ev sahibine yakalanması.
  • Bir kişinin silahla birine saldırırken güvenlik kamerasına yakalanması.

2. Mevcut (Nisbi) Suçüstü

Suç işlendikten hemen sonra failin kaçarken veya suçun etkileriyle birlikte yakalanmasıdır.

Örnek:

  • Bir şahsın üzerinde çalıntı eşyalarla yakalanması.
  • Yeni işlenmiş bir cinayet şüphelisinin ellerinde barut izleriyle yakalanması.

3. Hukuki Suçüstü

Suç işlendikten hemen sonra, failin takibi sonucunda yakalanmasıdır.

Örnek:

  • Polis tarafından takip edilen bir dolandırıcının iş yeri çıkışında yakalanması.
  • Bankadan para çalan birinin güvenlik kameralarıyla takip edilip durdurulması.

Suçüstü Halinin Hukuki Sonuçları

  1. Yakalama Yetkisi Genişler:

    Normalde sadece kolluk kuvvetleri şüpheliyi yakalayabilirken, suçüstü halinde herkes suç işleyeni yakalayabilir (CMK m. 90).

    Yakalanan kişi derhal kolluğa teslim edilmelidir.

  2. Soruşturma Usulleri Hızlanır:

    • Ağır cezalık suçlarda, suçüstü halinde savcının doğrudan harekete geçmesi mümkündür.
    • Memurlar açısından (örneğin, hâkim veya savcı suç işlerse) suçüstü halinde özel yargılama izinleri aranmaz.
  3. Delil Güçlüdür:

    • Suçüstü halleri, delil açısından en kuvvetli durumlardan biri olarak kabul edilir.

Özetle belirtmek gerekirse;

Suçüstü hali, suçun işlenirken veya hemen sonrasında failin yakalanması durumudur.
Her vatandaş, suçüstü halinde şüpheliyi yakalayabilir ve kolluğa teslim edebilir.
Delil niteliği güçlüdür ve soruşturma süreci hızlanır.

Ceza Muhakemesinde İfade Alma Nedir? Nasıl Olmalıdır?

Ceza Muhakemesinde İfade Alma Nedir?

İfade alma, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 90 ve devamında düzenlenen, suç şüphesi altındaki kişinin (şüpheli veya sanık) kolluk kuvvetleri veya savcı tarafından dinlenmesi işlemidir. İfade alma, soruşturma aşamasında şüphelinin olay hakkındaki beyanını almak için yapılır.

İfade alma, şüpheli veya tanığın kolluk (polis, jandarma), savcı veya mahkeme tarafından dinlenmesi işlemidir.

Şüpheli ifadeleri genellikle soruşturma aşamasında kolluk veya savcılık tarafından alınır, ancak tanık ifadeleri de hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında mahkeme huzurunda alınabilir.

İfade Alma Nasıl Olmalıdır?

İfade alma işlemi, hukuka uygun şekilde, şüphelinin haklarını koruyarak gerçekleştirilmelidir. Bu süreçte şu temel kurallara uyulması gerekir:

1. Hukuka Uygunluk

  • CMK m. 147’ye göre şüphelinin hakları anlatılmalıdır.
  • Şüphelinin ifadesi özgür iradesine dayanmalıdır, baskı, tehdit veya işkence ile zorla ifade alma yasaktır.
  • Savunma hakkı ihlal edilmemelidir.

2. Şüphelinin Hakları

Şüpheliye şu hakları olduğu açıkça anlatılmalıdır:

  • Müdafi (avukat) bulundurma hakkı:
  • Şüpheli avukatı olmadan ifade vermek zorunda değildir.
  • CMK 150 gereği bazı suçlarda avukat görevlendirilmesi zorunludur (örneğin, 18 yaşından küçükler veya ağır ceza gerektiren suçlar).
  • Susma hakkı: Şüpheli susma hakkına sahiptir ve bu durum aleyhine yorumlanamaz.
  • Yakınlarına haber verme hakkı: Gözaltına alınan şüpheli, yakınlarına haber verilmesini talep edebilir.

3. İfade Alma Süreci

  • Kimlik bilgileri alınır, ancak şüpheli kimliğini açıklamak istemezse buna zorlanamaz.
  • Suçlamalar açıkça bildirilir.
  • Olayla ilgili anlatımı serbestçe yapması istenir.
  • Şüpheliye suçlamalarla ilgili sorular yöneltilir.
  • İfade tutanağa geçirilir ve şüpheliye okunarak imzalatılır.

4. Hukuka Aykırı İfade Alma Yöntemleri Yasaktır

  • İşkence, kötü muamele veya baskı uygulanamaz.
  • Yalan beyan vermeye zorlama veya vaad verme yasaktır.
  • Hukuka aykırı delil elde etme girişimleri (örneğin, yasa dışı dinleme veya baskı altında alınan ifadeler) geçersiz sayılır.

İfade Alma ile Sorgulama Arasındaki Fark

İfade alma, kolluk veya savcı tarafından yapılırken, sorgulama ise, mahkeme huzurunda hâkim tarafından yapılır.

İfade alma soruşturma aşamasında olurken, sorgulama sanığın mahkemede dinlenmesi sürecidir.

Ceza muhakemesinde ifade alma, şüphelinin haklarını koruyarak, baskıdan uzak ve hukuka uygun şekilde yapılmalıdır. Şüphelinin avukat hakkı, susma hakkı ve yakınlarını bilgilendirme hakkı mutlaka korunmalıdır. Zorla, baskıyla veya hukuka aykırı delillerle alınan ifadeler geçersiz sayılır.

Tanık Güvenilirliği ve Hafıza

Tanık Güvenilirliği ve Hafıza: Adalet Sisteminde Belleğin Rolü

Ceza davalarında tanık ifadeleri, mahkemelerin karar verme sürecinde kritik bir rol oynar. Ancak insan hafızasının kusursuz olmadığı, zamanla değişebileceği ve manipüle edilebileceği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu yazıda, tanık güvenilirliğinin neden sorgulanması gerektiğini, hafızanın nasıl çalıştığını ve adalet sistemi içinde yanlış hatırlamaların nasıl sonuçlara yol açabileceğini ele alacağız.

Tanık Güvenilirliği Nedir?

Tanık güvenilirliği, bir bireyin bir olayı doğru hatırlama ve mahkemede doğru bir şekilde aktarma kapasitesini ifade eder. Ancak araştırmalar, insanların olayları eksiksiz ve tarafsız bir şekilde hatırlamakta zorlandığını göstermektedir. Yanlış tanıklıklar, masum insanların mahkûm edilmesine ve gerçek suçluların serbest kalmasına neden olabilir.

Özellikle, ABD’de yapılan araştırmalar, yanlış tanıklıkların haksız mahkûmiyetlerde en büyük faktörlerden biri olduğunu ortaya koymuştur. Innocence Project’in verilerine göre, DNA analizleriyle beraat eden kişilerin %70’inden fazlası yanlış tanıklıklar nedeniyle haksız yere mahkûm edilmiştir.

İnsan Hafızasının Kusurları

Hafıza, bir kamera kaydı gibi çalışan sabit ve değişmez bir sistem değildir. Bilişsel psikoloji alanındaki araştırmalar, hafızanın birçok dış faktörden etkilenebildiğini ve zaman içinde değişebildiğini göstermektedir.

Hafıza ile ilgili üç temel aşama bulunur:

1.Kodlama (Encoding): Bir olay yaşanırken bilgilerin beyne kaydedilmesi sürecidir. Stres, korku veya dikkat dağınıklığı, bu süreci olumsuz etkileyebilir.

2.Depolama (Storage): Kaydedilen bilgilerin hafızada tutulması aşamasıdır. Ancak zamanla bilgiler kaybolabilir veya değişebilir.

3.Geri Çağırma (Retrieval): Depolanan bilgilerin hatırlanması ve anlatılması sürecidir. Bu aşamada hafıza, dış faktörlerden etkilenebilir ve hatalı hatırlamalar meydana gelebilir.

Yanlış hatırlama neden olur?

•Ön yargılar ve beklentiler: İnsanlar olayları, kendi inanç ve beklentilerine göre yorumlayarak hatırlayabilir.

•Bilgi çarpıtması: Polis sorgulamaları veya medya haberleri, tanıkların hafızasını etkileyebilir.

•Kaynak izleme hatası: İnsanlar bazen bir bilgiyi nereden öğrendiklerini unutup, onu kendi hafızalarında yaşanmış bir olay gibi hatırlayabilirler.

Yanlış Tanıklığın Sebepleri ve Sonuçları

Tanıkların yanlış hatırlamalarına neden olabilecek birçok faktör bulunmaktadır:

•Görgü tanığı tanımlamalarındaki hatalar: İnsanlar genellikle yüzleri doğru hatırlamakta zorlanır. Özellikle ırklar arası tanımlamalarda hata oranı daha yüksektir.

•Polis sorgulamalarındaki yönlendirici sorular: “Saldırganın üzerindeki kırmızı ceket nasıldı?” gibi sorular, tanığın hafızasını çarpıtabilir.

•Stres ve travma: Şiddet içeren olaylara tanıklık eden bireyler, olay anında yüksek stres yaşadıkları için detayları yanlış hatırlayabilirler.

Gerçek dünya örneği:

Jennifer Thompson ve Ronald Cotton vakası, tanık hatalarının ne kadar ciddi sonuçlar doğurabileceğine dair ünlü bir örnektir. 1984 yılında, Jennifer Thompson adlı bir kadın, kendisine saldıran bir adamı yanlış teşhis etti ve masum olan Ronald Cotton yıllarca hapis yattı. DNA testleri sonucu gerçek suçlu ortaya çıkana kadar yanlış tanıklık, bir insanın hayatını mahvetmişti.

Adalet Sisteminde Hafıza Yanılmalarını Önleme Yöntemleri

Hukuk sisteminin tanık hatalarını en aza indirmek için alabileceği bazı önlemler şunlardır:

•Çift kör tanık teşhis yöntemi: Tanıkların fotoğraf veya yüzleştirme sırasında yönlendirilmemesi için, sorgulamayı yapan kişinin de şüphelinin kim olduğunu bilmemesi sağlanmalıdır.

•Tanık ifadelerinin kaydedilmesi: İlk ifadenin video kaydına alınması, hafıza değişimlerini takip etmek açısından önemlidir.

•Yönlendirici sorulardan kaçınılması: Polis ve avukatların, tanıkların hafızasını çarpıtmayacak şekilde nötr sorular sorması gerekir.

•Uzman psikologların sürece dahil edilmesi: Hafıza bilimi üzerine uzmanlaşmış psikologlar, tanık ifadelerinin güvenilirliğini değerlendirme konusunda yardımcı olabilir.

Tanık ifadeleri, adalet sistemi içinde büyük bir rol oynasa da, hafızanın hatalara açık olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Suçlu ve masum ayrımının doğru yapılabilmesi için hafızanın nasıl çalıştığını anlamak ve yanlış tanıklıkların önüne geçmek için bilimsel yöntemlerden yararlanmak büyük önem taşır. Adalet psikolojisinin bu alandaki çalışmaları, daha güvenilir bir hukuk sistemine ulaşmamıza yardımcı olabilir.

Hukuk ve Psikoloji Ortak Alanları Nelerdir?

Hukuk ve psikoloji, bireyin davranışlarını, karar alma süreçlerini ve toplumsal düzeni anlamaya çalışan iki farklı disiplin olsa da, birçok noktada kesişir. Bu kesişim noktaları, hukuki süreçlerde insan psikolojisinin etkilerini ve hukukun psikolojik yönlerini ele alan çeşitli konuları kapsamaktadır. İşte hukuk ve psikolojinin ortak alanlarına dair bazı önemli konular:

1. Suç Psikolojisi ve Kriminoloji

• Suçun Psikolojik Nedenleri: Bireyleri suç işlemeye iten psikolojik ve sosyal faktörler

• Psikopatoloji ve Suç: Antisosyal kişilik bozukluğu, psikopati ve suç arasındaki ilişki

• Seri Katillerin Psikolojisi: Suçlu profilleme ve kriminal davranış analizleri

• Şiddet Eğilimi ve Suç Davranışı: Çocukluk travmalarının suç işlemeye etkisi

• Suç İşleyen Bireylerin Beyin Yapısı: Nöropsikolojik ve biyolojik faktörlerin suç üzerindeki rolü

2. Ceza Hukuku ve Psikoloji

• Cezai Ehliyet ve Akıl Hastalığı: Sanığın cezai ehliyeti olup olmadığının psikolojik değerlendirmesi

• Kasıt ve Kusur: Hukuki sorumlulukta bireyin niyeti ve psikolojik değerlendirmesi

• İtirafın Psikolojisi: Suçluların itirafta bulunma motivasyonları ve psikolojik baskı

• Yalan Dedektörleri ve Güvenirlik: Psikolojik ve fizyolojik tepkilerin hukuki geçerliliği

• Suçlu Davranışlarını Tahmin Etme: Risk değerlendirme testleri ve önleyici hukuk uygulamaları

3. Adli Psikoloji ve Hukuk

• Tanık Güvenilirliği: Tanık ifadelerinin psikolojik olarak ne kadar güvenilir olduğu

• Sahte Hatıralar ve Hukuki Sonuçları: Tanık ifadelerindeki çarpıtılmış anılar

• Çocuk Tanıkların Psikolojik Değerlendirmesi: Çocukların ifadelerinin doğruluğunu etkileyen faktörler

• Zorla İfade ve Psikolojik Manipülasyon: Kolluk kuvvetlerinin sorgu tekniklerinin etik boyutları

• Mahkemede Bilişsel Önyargılar: Hâkim ve jürinin kararlarını etkileyen psikolojik süreçler

4. Aile Hukuku ve Psikoloji

• Boşanma Sürecinde Çocuk Psikolojisi: Velayet davalarında çocuğun psikolojik durumu nasıl değerlendirilir?

• Ebeveynlik Yetkinliği ve Hukuki Değerlendirme: Çocuğun üstün yararı ilkesinin psikolojik boyutları

• Aile İçi Şiddet ve Psikolojik Travma: Hukuki süreçlerde psikolojik destek mekanizmaları

• Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Hukuki ve Psikolojik Boyutları

• Evlat Edinme Sürecinde Psikolojik Değerlendirme: Çocukların yeni aile ortamına uyumu

5. Hukuki Karar Verme Süreçlerinde Psikoloji

• Hâkim ve Savcıların Psikolojisi: Hukuki karar süreçlerinde bilişsel önyargılar

• Jüri Üyelerinin Psikolojik Etkilenebilirliği: Sosyal baskının jüri kararlarına etkisi

• Avukatların İkna Stratejileri: Psikolojik manipülasyon ve retorik teknikleri

• Medyanın Hukuki Süreçleri Etkilemesi: Kamuoyunun psikolojik tepkileri ve adil yargılanma hakkı

• Hukukta Adalet Algısı ve Psikolojik Etkileri: İnsanların adalet sistemine güvenini etkileyen psikolojik faktörler

6. İş ve Örgüt Psikolojisi ile Hukuk

• İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) ve Hukuki Boyutları

• Çalışma Hukukunda Psikolojik Faktörler: İş yerinde stres, tükenmişlik ve hukuki düzenlemeler

• İş Hukukunda Psikolojik Değerlendirmeler: İş kazaları sonrası psikolojik destek ve hukuki süreçler

• Disiplin Cezaları ve Çalışan Psikolojisi: İş yerinde ceza ve ödül sistemlerinin psikolojik etkileri

• Psikolojik Sözleşme ve Hukuki Sözleşmeler: İşveren-çalışan ilişkilerinde karşılıklı beklentiler

7. İnsan Hakları ve Psikoloji

• İşkence ve İnsan Hakları İhlallerinin Psikolojik Etkileri

• Mültecilerin Hukuki ve Psikolojik Problemleri

• Irkçılık, Ayrımcılık ve Hukuki Düzenlemelerin Psikolojik Etkileri

• Toplumsal Travmalar ve Hukuki Rehabilitasyon Süreçleri

• İdam Cezasının Psikolojik ve Hukuki Açıdan Değerlendirilmesi

8. Medeni Hukuk ve Psikoloji

• Aldatma ve Boşanma Sürecinde Psikolojik Faktörler

• Vesayet Davalarında Psikolojik Değerlendirme: Akıl hastalığı ve hukuki ehliyetin psikolojik analizi

• Yaşlıların Hukuki Hakları ve Psikolojik İhtiyaçları

• Zihinsel Engelli Bireylerin Hukuki Temsili ve Psikolojik Destek Mekanizmaları

• Miras Hukukunda Psikolojik Faktörler: Vasiyet düzenlemelerinde psikolojik baskı ve manipülasyon

Sonuç

Hukuk ve psikoloji, bireyin davranışlarını anlamada birbirini tamamlayan iki alandır. Hukuki süreçlerin adil ve etkili olması için psikolojik faktörlerin göz önünde bulundurulması gereklidir. Hukukun insan psikolojisine duyarlı hale getirilmesi, adaletin daha sağlıklı işlemesini sağlar.

 

Delillerin Bütünlüğü

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.05.2013 Tarihli 2012/6-1309 E ve 2013/258 K. Sayılı ilamında da belirtildiği üzere, “YARGILAMA SÜRECİNDE TOPLANAN DELİLLERİN BİR KISMINA DAYANILARAK VE DİĞER BİR KISMI GÖZ ARDI EDİLEREK ULAŞILAN İHTİMALİ KANAATE DEĞİL, KESİN VE AÇIK BİR İSPATA DAYANMALIDIR. BU İSPAT, HİÇBİR ŞÜPHE VE BAŞKA TÜRLÜ BİR OLUŞA İMKAN VERMEYECEK AÇIKLIKTA OLMALIDIR”

Uyuşturucu Suçlarında Şoförün Hukuki Durumu

Yargıtay 20. Ceza Dairesi Başkanlığı’nın 30.05.2019 Tarihli 2018/3023 Esas ve 2019/3406 Karar sayılı ilamında aynen, “Olay günü, İran’da bir inşaat firmasından paletlerle streç kaplı şekilde kağıt ambalajlı yüklerin; nakliyat firmasında şoför olarak çalışan sanığın sevk ve idaresindeki TIR’ın dorsesine yüklendiği, gümrük kapısında yapılan X-ray kontrolü sonucunda mühürlü olan dorsede yoğunluk tespit edilmesinden sonra yapılan arama işlemi esnasında; dışarıdan bakıldığında içeriği görülmeyen kağıt ambalajların bir kısmında; yasal yük içerisine gizlenmiş vaziyette 50 parça halinde ele geçirilen net 105.150,4 gram morfin ile 193.712,02 gram eroin içeren maddeden sanığın bilgisi olmadığına dair savunmasının aksine her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi” yasaya aykırı bulunmuştur.

Önemli Bir Yargıtay Kararı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.10.2010 Tarihli 2010/141 Esas ve 2010/190 Karar sayılı ilamında, “BİLİRKİŞİ RAPORUNA GÖRE, ARACIN DEPO İÇERİSİNDE VEYA HERHANGİ BİR YERİNDE GİZLİ BÖLME BULUNMADIĞI, SİGARALARIN ARAÇ İÇERİSİNDE 0,9 METREKÜP YER KAPLAYACAĞI, BUNUN DA ARACIN AĞIRLIKLI BÖLÜMÜNÜ OLUŞTURMAYACAĞI, BU BİLGİ VE BELGELER KAPSAMINDA SOMUT OLAY DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE, HAKKINDA MAHKÛMİYET HÜKMÜ TESİS EDİLEN SANIK F. İLE HAKKINDA BERAAT KARARI VERİLEN SANIK M.’İN BİRBİRİNİ TANIMADIKLARI, OLAY GÜNÜ TESADÜFEN SANIK F.’NİN TEKEL SİGARASI OLDUĞUNU BEYAN ETTİĞİ SİGARALARI ÜCRETİ KARŞILIĞINDA TAŞIMAK ÜZERE ANLAŞTIKLARI, BU ANLAŞMAYA İSTİNADEN DE TAŞIMA İŞİNİN GERÇEKLEŞTİĞİ, SANIK M.’İN TAŞIDIĞI YÜKÜN TEKEL SİGARASI OLDUĞUNU ZANNETTİĞİ VE YAKALANINCAYA KADAR DA YÜKÜNÜN KAÇAK SİGARA OLDUĞUNU BİLMEDİĞİ, SİGARALARIN DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA FARK EDİLEMEYECEK SİYAH POŞET İÇERİSİNDE BULUNDUĞU, SİGARALARIN TAŞINMASI İÇİN ARAÇTA ÖZEL BİR YER HAZIRLANMADIĞI GİBİ, GİZLEME GAYRETİNE DE GİRİŞİLMEDİĞİ, SANIĞIN DİĞER SANIKLA UYUMLU VE DOSYADAKİ DİĞER BELGELERLE ÖRTÜŞEN SAVUNMALARI DA NAZARA ALINDIĞINDA, SANIK M.’İN ÜZERİNE ATILI SUÇU İŞLEDİĞİNE İLİŞKİN KUŞKU SINIRLARINI AŞAN, KESİN VE İNANDIRICI KANIT BULUNMADIĞI SAPTANMIŞTIR.” denilmektedir.

İştirak İradesi

Yargıtay 10. Ceza Dairesi Başkanlığı’nın 01.07.2014 Tarihli 2014/3669 Esas ve 2014/5061 Karar sayılı ilamında, “SANIĞIN BİLGİSİ OLDUĞUNA VEYA DİĞER SANIKLARLA BİRLİKTE HAREKET ETTİĞİNE DAİR, SANIĞIN SAVUNMASININ AKSİNE KUŞKU SINIRLARINI AŞAN, YETERLİ VE KESİN DELİL BULUNMADIĞI GÖZETİLMEDEN, BERAATLERİ YERİNE MAHKÛMİYETLERİNE KARAR VERİLMESİ” yasaya aykırı bulunmuştur.

HTS Kayıtları ve Soyut İstihbari Bilgi

Yargıtay 20. Ceza Dairesi Başkanlığı’nın 21.02.2017 Tarihli 2015/11363 Esas ve 2017/1231 Karar sayılı ilamında, “SOYUT İSTİHBARİ BİLGİ VE HTS KAYITLARI DIŞINDA, SAVUNMALARININ AKSİNE KUŞKU SINIRLARINI AŞAN MAHKÛMİYETLERE YETERLİ VE KESİN DELİL BULUNMADIĞI GÖZETİLMEDEN, BERAATLERİ YERİNE MAHKUMİYETLERİNE KARAR VERİLMESİ” yasaya aykırı bulunmuştur.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçlarında Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Yargıtay 10. Ceza Dairesi Başkanlığı’nın 19.10.2017 Tarihli 2016/2535 Esas ve 2017/4891 Karar sayılı ilamında, “DİĞER SANIKLARLA SUÇ TARİHİ ÖNCESİ İLİŞKİLERİ TESPİT EDİLEMEYEN ANİ GELİŞEN OLAYDA, KENDİSİNDE HERHANGİ BİR UYUŞTURUCU VEYA UYARICI MADDE ELE GEÇİRİLEMEYEN SANIĞIN SAVUNMASININ AKSİNE, DİĞER SANIKLARIN EYLEMİNE İŞTİRAK ETTİĞİNE DAİR KUŞKUYU AŞAN YETERLİ VE KESİN DELİL BULUNMADIĞI GÖZETİLMEDEN SANIĞIN BERAATİ YERİNE MAHKÛMİYETİNE KARAR VERİLMESİ” kanuna aykırı bulunmuştur.

Mahkeme Gerekçesi Nasıl Olmalıdır?

YCGK’nun 07.10.2013 Tarihli ve 223/239 sayılı ve YCGK’nun 17.02.2004 Tarihli ve 23/38 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, “Sorun, gerekçe ve sonuç bölümlerinden oluşan ve gerekçeli karar olarak isimlendirilen belge, yargılamayı gerçekleştiren ve yargılananlarla ilgili bilgileri, iddiayı, savunmayı, kabul edilen ve reddedilen kanıtları, bunların tartışılmasını, gerekçeyi ve hükmü içermektedir. Olay ile suçun işlenmesindeki özellikler ve suçun ne şekilde işlendiğinin açıklandığı bölüme sorun, mevcut kanıtları ve kanıtların irdelenmesini, delillerle sonuç arasındaki bağı, diğer bir söylemle neden bu sonuca varıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı bölüme gerekçe denilmektedir.”

Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Daireleri içtihatlarında da “Kabul edilen ve reddedilen delillerin, bunların tartışılmasının gerekçeyi ve hükmü içerdiği” belirtilmektedir. Dolayısıyla, CMK’nun 230/1-b maddesi ve yukarıda yer verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı karşısında, mahkeme tarafından yazılarak dillendirilen gerekçede mutlaka hükme esas alınan ve reddedilen delillerin tek tek karşılaştırılıp tartışılarak akla mantığa uygun bir biçimde açıklanması gerekmektedir.

Temyiz Dilekçesi Nasıl Olmalıdır?

Temyiz dilekçesi kapsamından muhakeme ve maddi hukuka ilişkin hangi normun ihlal edildiğinin anlaşılması veya en azından belirlenebilir olması gerekir. Bu nedenle dilekçe de temyiz nedenlerinin tam ve kesin olarak anlaşılmaması hallerinde sonradan açıklanmasına da olanak bulunmadığından istemin reddine karar verilmelidir. Bu kapsamda ‘karar hatalıdır’, ‘hüküm adil değildir’, ‘hüküm hukuka aykırıdır’, ‘usul ve yasaya aykırıdır’, ‘temyiz ediyorum’, ‘ceza fazladır veya eksiktir’ veya ‘resen dikkate alınacak sebeplerle hükmün bozulması gerekir’ şeklindeki başvurular kabul edilemez olduğundan reddi gerekir. Aksinin kabulü hâlinde bu şekilde sadece soyut ve genel ifadeler içeren temyiz dilekçeleri üzerine hükmün tüm yönleri incelenir ve süresi içerisinde bildirilen sebeplerle sınırlı inceleme kuralı işlemez hale gelir. Özetle başvuruda kullanılan ifadeler, kararın hangi nedenle bozulması gerektiği konusunda yeterli bir irade ortaya koymuyor ve incelemenin kapsamını sınırlandırmıyor ise bu temyiz sebebinin dikkate alınmaması gerekmektedir.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçlarında Şüphe

Dışarıdan müdahaleye açık olan koliye sanık dışında başkaları tarafından da uyuşturucu madde konulmuş olabileceği yönünde şüphe oluşması;

“…müdahaleye açık olan koliye sanık dışında başkaları tarafından da uyuşturucu madde konulmuş olabileceği yönünde şüphe oluştuğundan sanığın atılı suçu işlemediğine ilişkin savunmasının aksine kuşkuyu aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi …hükmün BOZULMASINA…”(T.C. Yargıtay 10. Ceza Dairesi 2014/5661 E. 2016/1898 K. 17.06.2016)

Gerekçe Nasıl Olmalı?

Yargıtay’ın önemle üzerinde durduğu konuların başında, gerekçeli kararın tanımı gelmektedir. Gerekçeli kararın nasıl olması gerektiğine dair güncel bir Yargıtay kararı paylaşıyorum.

Akla, hukuka ve mantığa uygun, yargılama sürecini, savunmayı, delilleri ve olayları kapsayan, hakimin vicdani kanaatine ne şekilde ulaştığını, somut olayı nasıl kavradığını, hangi düşünsel ve hukuki tartışmalar sonucu kararın oluşturulduğunu gösteren yeterli ve makul bir gerekçe, sağlıklı bir kararın üzerine inşa edileceği yasal temel ve ön koşul olup, eksik, şekli veya görünüşte bir gerekçe ile hükmün değerlendirilmesi ve denetlenmesi mümkün değildir.

Yargıtay Ceza genel kurulu 14.05.2020 Gün, 2018/134 E, 2020/201 K.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçlarında İstihbari Bilgi

İstihbari bilgi özellikle uyuşturucu madde ticareti suçlarında hükme esas alınan en önemli deliller arasındadır. Somut olayda istihbari bilginin ayrıntı içerip içermediğinin dikkatle irdelenmesi gerekmektedir. Aksi halde soyut istihbari bilgi tek başına hükme esas alınamaz.

Yargıtay 20. C.D. 12.11.2019 Tarih, 2019/296 E ve 2019/6074 K. Sayılı ilamıyla, Yargıtay 20. C.D. 17/12/2019 Tarih, 2019/4070 E ve 2019/7292 K. Sayılı ilamlarında, “tüm aşamalarda yüklenen suçu inkar eden sanıkların savunmalarının aksine, suç tarihinde sanıkların yere attıkları ve bulundukları araçta ele geçen uyuşturucu maddeleri satma veya başkasına verme gibi kullanma dışında bir amaç için bulundurduklarına dair soyut istihbari bilgi dışında kuşku sınırlarını aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığı anlaşıldığından, sanıkların eylemlerinin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu” denilmektedir.

Adil Yargılanma Hakkı

Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girmemektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin görevi, yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Bu bağlamda, hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanaklarının sağlanması şarttır.Yargılamanın taraflarına tanık delili de dahil olmak üzere delilerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması gerekir. Delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları, yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesini gerektirir.

Hassas Terazinin Delil Niteliği

Uyuşturucu madde ticareti suçlarına dair yapılan yargılamalarda, sanığın ikametinde ele geçirilen hassas terazi üzerinde uyuşturucu madde kalıntısı tespit edilmesi halinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti yaptığı kabul edilmektedir.

YARGITAY 10. Ceza Dairesi’nin 20.06.2016 tarihli 2016/1836 Esas ve 2016/1945 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, ikamette hassas terazi ele geçirilmesi, hassas terazi üzerinde eroin bulaşığına rastlanması sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğini tek başına ispatlamaya yetmez.

Yargıtay’ın “Hata Hükümlerine” Bakışı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 04.02.2014 tarihli 2013/14 E ve 2014/478 K. sayılı ilamında, “Sanıkla mağdurenin internet üzerinden tanıştıkları ve yaklaşık altı ay süreyle arkadaşlık yaptıkları sabit olan olayda, meslek yüksek okulu öğrencisi olan sanığın lise birinci sınıf öğrencisi olan mağdurenin 15 yaşından küçük olduğunu bilmemesi hayatın olağan akışına aykırı olduğundan, sanık hakkında hata hükümlerinin uygulanması mümkün değildir.

Töre Saiki ve Haksız Tahrik İndirimi

Kasten öldürme suçunun töre saiki ile işlenmesi halinde, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasına olanak bulunmamaktadır

Suçun töre saiki ile işlenmesi halinde uygulanma olanağı bulunmayan haksız tahrik hükümlerinin, sanığın eylemini, töre saikiyle gerçekleştirmediği hususunun Ceza Genel Kurulunca kabulünden sonra uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı yerel mahkemece değerlendirilmelidir. (Ceza Genel Kurulu 14.06.2011 2011/1-138 E – 2011/130 K. Sayılı İlamı)

Haksız Tahrik İndiriminde Temel İlke

Haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin gözetilmesi gerektiğine dair önemli bir Yargıtay kararı paylaşıyorum.

Sanığın tüm aşamalarda ısrarla, duraksamaya yer vermeyecek ve birbiriyle uyumlu olacak şekilde, maktulün de diğer sanık ile birlikte kendisine saldırdığını ve kendisini korumak için bıçağı salladığını savunmuş olması ve tanıkların da sanığın bu yöndeki savunmasını doğrulamış olmaları karşısında, sanığın kendisine saldırılması nedeniyle mi yoksa herhangi bir saldırı olmaksızın mı maktulü öldürdüğü konusunda şüphe oluşmuş olup, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince eylemin gerçekleşme şekline ilişkin bu şüphenin sanık lehine yorumlanması zorunludur.

Bu nedenle, maktul ve yanında yer alan diğer sanık arkadaşının, kavganın çıkmasında hiçbir kusuru bulunmayan sanığa saldırmış olması, sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektiren haksız bir davranış olup, sanığın maktülden kaynaklanan haksız davranışın oluşturduğu öfkenin etkisi altında kalarak kasten öldürme suçunu işlediğinin, dolayısıyla sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nin 29. maddesi uyarınca haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabulü gerekmektedir. (CGK; 2012/1-1288 E-2012/1856 K. bkz. m.81)

Eylemin Haksız Olması Yeterlidir

Sanıkların üzerine atılı kasten öldürme suçunu haksız tahrik altında işleyip işlemediklerine dair bugün de farklı Yargıtay paylaşıyorum. Daha önce paylaştığım Yargıtay kararında da vurgulandığı üzere, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi açısından, sanığın suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir.

Mağdur ya da maktulden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hallerde, haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gereklidir. Öte yandan eylemin tahrik nedeni sayılabilmesi için haksız olması yeterlidir. Ayrıca ceza kanunlarında öngörülen bir suç kalıbına uyması, başka bir deyişle suç oluşturması gerekli değildir. Bu nedenle, tahrik teşkil eden fiilin faili, bu eylemi nedeniyle yargılanarak mahkum olmuş ve cezası infaz edilmiş olsa bile, haksız fiilin doğurduğu öfke ve şiddetli elemin etkisi altında kalıp bu ruhi durumun tepkisi ile suç işleyen kimse hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmalıdır.

Nitekim Ceza Genel Kurulu’nun 11.05.2004 gün ve 74-118 ile 10.06.2003 gün ve 143-183 sayılı kararlarında, üzerinden uzun zaman geçmesi, taraflar arasında önceden gerçekleşmiş bulunan olayın yargılamaya konu edilmesi ve hatta mahkumiyetle sonuçlanıp cezanın infaz edilmesi ya da fiilin suç oluşturmaması nedeniyle kişinin beraat etmesi, dava veya cezanın afla ortadan kalkması gibi durumların, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği vurgulanmıştır.

Taraflar arasında boşanma davası bulunsa dahi, sadakat yükümlülüğü devam ettiğinden dolayı, sanık hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmalıdır.

Eşini kasten öldürme suçundan sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesi uyarınca indirim yapılırken ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 22 yıl hapis cezasına indirilmesinin isabetli olup olmadığı; Sanık ile maktule arasındaki boşanma davasının devam ettiği, maktulenin kirası sanık tarafından ödenen evde kaldığı, başka şahısları eve almak suretiyle görüştüğü, bu şahıslarla ilişkisinin olduğu, değişik tarihlerde farklı şahıslarla telefonla mesaj göndermek suretiyle duygusal ve cinsel birlikteliği çağrıştıran görüşmeler yaptığı olayda, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde düzenlenmiş olan haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Olay esnasında maktulenin sanığa yönelik haksız bir söz ve davranışının bulunmadığı, ancak evlilik birliği devam ederken maktulenin başka kişilerle görüşmek suretiyle sadakatsiz tutum ve davranışları nedeniyle süreklilik arzeden ve haksız tahrik oluşturan eylemlerin ulaştığı boyut dikkate alındığında, cezanın 18 yıldan 24 yıla kadar indirilmesini öngören TCK’nın 29. maddesi uyarınca, sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 22 yıla indirilmesinin adil ve yerinde olduğunun kabulü gerekmektedir. (Ceza Genel Kurulu Esas No: 2015/1-610 Karar No: 2016/43) CD Karar No: 3170)

Adalet ve Nesafet Kuralları

Sanık hakkında uygulanan haksız tahrik indirim oranının somut olaya uygun olması gerekmektedir.

Yerel Mahkemece, sanığın kasten yaralama suçu işlediğinin kabulüyle, sanık hakkında asgari hadden haksız tahrik indirimi uygulanmak suretiyle sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Aşağıda yer verdiğim Yargıtay Ceza Genel Kurul kararında, sanık hakkında asgari hadden uygulanan haksız tahrik indirim oranının, adalet ve nesafet kurallarına uygun düşmediği vurgulanmaktadır.

Olay tarihinde yanında eşi ve çocuğu da yanında bulunan sanığın aracını bulvar üzerindeki şehir içi dolmuş durağına park ettiği esnada, arkasından minibüs şoförlüğü yapan katılanın aracı ile geldiği ve korna çalarak sanığın aracının arkasına yanaştığı, katılanın ısrarla korna çalması nedeniyle çıkan tartışmada sanık ile katılanın karşılıklı olarak birbirlerine hakaret ettikleri ve araçlarından inerek kavga ettikleri, kavga esnasında katılanın yüzünde sabit ize neden olacak şekilde, sanığın ise basit bir tibbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı olayda; katılanın minibüs durağına park eden sanığın aracının arkasına yanaşarak ısrarla korna çalması, bilahare çıkan tartışmada eşinin ve çocuğunun yanında sanığa hakaret etmesi ve sanığın da katılan tarafından yaralanmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, olayın gelişim biçimine ve katılandan kaynaklanan haksız hareketlerin ulaştığı boyuta göre, haksız tahrik nedeniyle TCK’nun 29. maddesi uyarınca asgari orandan uzaklaşılmak suretiyle makûl oranda bir indirim yapılması gerekirken, asgari oranda indirim yapılmasının adalet ve nesafet kurallarına uygun düşmediği kabul edilmelidir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 24.1.2017 Tarihli  2014/3-508 E ve 2017/22 Karar Sayılı İlamı)

Sadakat Yükümlülüğü

Ülkemizin de taraf olduğu Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 12/1. maddesine göre; sözleşmenin tarafları, kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesini veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır. Yine 12/5. maddesinde de tarafların kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edecekleri belirtilmiştir. 42/1 maddesi de buna yönelik olup; sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklarına hükmedilmiştir.

Ancak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.06.2017 Tarihli 286/344 sayılı içtihadında aynen şu ifadelere yer verilmektedir.

“Ülkemizin de tarafı olduğu Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 12. maddesi ile, kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasının temin edileceği, 42. maddesi ile de, Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında aynı kavramların gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesinin temini için gerekli yasal veya diğer tedbirlerin alınacağı hüküm altına alınmış olup, evrensel bir ilke olan ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 185/3. maddesindeki “Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar” şeklindeki düzenleme ile de mevzuatımızda yer alan “evlilik birliği içerisinde eşlerin birbirlerine karşı sadakat yükümlülüğü” ilkesinin, Sözleşme’de sözü edilen kültür, din, gelenek veya sözde “namus” kavramları içerisinde değerlendirilmesi mümkün olmadığından, sözleşmenin somut olayda uygulanma yerinin bulunmadığı göz önüne alındığında; maktulün evlilik birliği içerisinde Türk Medeni Kanunu’ndan kaynaklanan sadakat görevini ihlal ettiği, bu şekilde sanık yararına haksız tahrik hükmünün uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.”

Etkin Pişmanlık, Kısmi İade Şartları

Etkin pişmanlık hali ve kısmi iadenin şartlarına ilişkin önemli bir Yargıtay İçtihatını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Motosikletin çalındıktan sonra parçalara ayrılmak suretiyle işlevini yerine getiremeyecek şekilde bütünlüğünün bozulması, müştekiye iade edilen parçaların bir araya getirilmesi durumunda yeniden işlevini görecek bir hale getirilmesinin mümkün olmaması ve tek başına değeri olan parçaların satılabilmesi için de, mağdurun fazladan emek, zaman ve masraf yapmasını gerektirmesi halinde, kısmi iade şartlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir. (YCGK 30.04.2013 T. 2012/6-1437 E. 2013/153 K. Sayılı İlamı)

Cezaların Bireyselleştirilmesi

Bugünkü yazımızda cezanın bireyselleştirilmesi üzerinde duracağız. Cezanın bireyselleştirilmesi, şartların uygun olması halinde cezanın sanığa uygun hale getirilmesi demektir. Bu durumu, aşağıdaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararıyla daha rahat açıklayabiliriz.

Hapis cezasının ertelenmesi ve hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi durumu, TCK’da seçenek yaptırımlar arasında yer almaktadır. Her ikisi de cezanın bireyselleştirilmesi yollarından birisi olup, biri diğerine göre daha lehe sonuç doğurur diyemeyiz. Bireyselleştirmenin amacı, cezanın suçlunun kişiliğine göre belirlenmesidir. Her somut olay birbirinden farklı olduğundan, uygulanacak hangi kanun hükmünün daha lehe olduğu somut olaya göre belirlenmektedir. Örneğin, yargılama neticesinde suçlu olduğuna kanaat getirilen sanığın ekonomik durumu iyi değilse, yani ödeme gücü bulunmuyorsa, bu sanık yönünden erteleme hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Diğer bir örnek ise, ödeme gücü yerinde olan ve bu mahkemeden bu yönde talebi bulunan sanık hakkında hapis cezasının para cezasına çevrilmesi daha hakkaniyetli bir durum olacaktır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.12.2013 Tarih ve 2012/12-1519 E. 2013/613 Karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere, her somut olayda sanığın sosyal ve ekonomik durumu ile kişiliğine göre belirleme yapılması gerekmektedir.

Adli Tıp Raporu Kesin Delil Olur mu?

Hemen hemen bütün davalarda görürüz ki; adli tıp raporu, mahkemelerce hükme esas alınan önemli bir delildir. Hatta şöyle desek daha doğru olur. Sanık hakkında “şüpheden sanık yararlanır ilkesinin” uygulanması gereken bir çok davada, sırf dosyada müşteki hakkında düzenlenen adli tıp raporu bulunuyor diye sanığın cezalandırılması yoluna gidilmektedir. Sanığın fiiliyle netice arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı tam olarak araştırılmamaktadır.

Aşağıdaki Yargıtay kararlarında, müşteki hakkında düzenlenen adli tıp raporuna itibar edilmediği anlaşılmaktadır.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 17.12.2007 Tarih ve 12997/17088 sayılı kararında, “Sanıın beyanı ve kabule göre, sanığın koyunları gütmekte kullandığı değnek ile müştekiye vurduğu, müştekinin anlatımlarına göre ise de, sanığın olay sırasında yerden aldığı, ele geçirilemeyen ve üzerinde bilirkişi incelemesi yapılamayan tahta sopanın, 5237 sayılı TCK’nun 6/1-f maddesinin 4.bendine göre fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli olup olmadığı ve niteliği taraflardan sorulup tespit edilmeden, sırf müştekinin doktor raporundaki bulgulardan bahisle silah olduğu kabul edilerek sanık hakkında aynı kanunun 86/3 maddesinin uygulanması” kanuna aykırı bulunmuştur.

Adli Rapor Kesin Delil Değildir

Yargıtay 14. CD 31.05.2012 Tarih ve 2544/6218 sayılı ilamında da, “müştekinin muayenesi sonucu düzenlenen doktor raporunda belirtilen boyun ve her iki bacaktaki ekimozların mağdureye zor uygulandığının kesin delili sayılmayıp, rızaen sevişme veya başka nedene dayalı olarak meydana gelmesinin mümkün olabileceği, mağdurenin bu olay nedeniyle kollukta ifadesi alınırken, 2-3 ay öncesi gerçekleştiğini iddia ettiği olayla ilgili olarak da sanıkların zor kullandığı iddiasında bulunduğu, söz konusu olay hakkında, o güne kadar herhangi bir şikayetinin bulunmaması ve tüm dosya içeriği karşısında; sanıkların savunmalarının aksini gösterir, mağdurenin samimiyeti kuşkulu, tutarsız ve kendisini ailesinden korumaya yönelik olarak planladığı mizansen niteliğinde görülen anlatımları dışında sanıkların eylemlerinin zorla olduğuna dair, kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gözetilerek sanığın beraatine karar verilmesi gerekir” denilmektedir

Ceza Hukukunda Silah Kavramı

Sanığın, şikayetçinin kafasına sopa ile vurarak silahla kasten yaralama suçunu işlediği iddia edilen olay nedeniyle dinlenen tanık, sanığın şikayetçiye odunla vurduğunu beyan etmektedir.

Yargıtay 2. CD’nin 27.10.2009 Tarihli 2008/33421 E ve 2009/40280 K sayılı ilamına konu kararda, “Olayda kullanıldığı iddia olunan sopa veya odunun nitelikleri taraflara sorularak 5237 sayılı TCK’nun 6/1-f bendinde belirtildiği gibi fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli silahtan sayılıp sayılmayacağının belirlenmesinden sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması” yasaya aykırı bulunmuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.2.2008 T. 25/22 sayılı ilamı uyarınca suçta kullanıldığı belirtilen sopanın doğurduğu sonuç itibariyle yaralama suçu yönünden elverişli bir özelliğe sahip olması sebebiyle 5237 sayılı TCK’nun 6 maddesi kapsamında silahtan sayıldığı kabul edilmektedir.

Traktör Silah Sayılamaz

Sanığın kasten yaralama suçunda kullandığı traktör, niteliği itibariyle TCK’nun 6/1-f bendi kapsamındaki savunma ve saldırıya elverişli silahlardan değildir. (1.CD 13/07/2009 T 3691/4541)

Yargıtay’ın Plastik Su Borusu Değerlendirmesi

Yargıtay 2. CD’nin 9.7.2009 T. 2008/30590 E ve 2009/33015 K sayılı ilamında, “TCK’nun 6/1-f  maddesinin (4) bendine göre saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer nesnelerinde silahtan sayılacağı düzenlemesi karşısında; ele geçirilmesi halinde sanığın mağduru yaralamada kullandığı plastik su borusu üzerinde, aksi halde sanık ve mağdura sorularak tespit edilecek vasıflarına göre silah niteliğinde olup olmadığı değerlendirilerek neden silah sayıldığı açıklanmadan eksik inceleme ile silah kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması” kanuna aykırı bulunmuştur.

Silah Kabzası Hakkında Yargıtay Kararı

Katılanın silah kapzasıyla yaralandığı olayda, yerel mahkeme silah kabzasını silah olarak kabul etmemiş; yargılama neticesinde şikayetten vazgeçme nedeniyle “düşme kararı” verilmiştir.

Yargıtay 2. CD’nin 6.7.2009 T ve 2008/31049 E-2009/32317 K sayılı ilamında, “suçta kullanılan ve rapora göre kemiğe kadar inen kesi oluşturan silah kabzasının TCK’nun 6/1 maddesi kapsamında saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli silahtan sayılan aletlerden olup olmadığı konusu denetime olanak verecek biçimde değerlendirilip hangi nitelikleri yönünden tabanca kabzasının silahtan sayılmayacağı açıklanmadan, şikayetten vazgeçme nedeniyl eksik inceleme ile yazılı şekilde düşme kararı verilmesi” kanuna aykırı bulunmuştur.

Plastik Hortum Silahtan Sayılmaz

Sanığın suçta kullandığı elde edilemeyen plastik hortumun sanık tarafından açıklanan özelliklerine göre TCK’nun 6/1-f bendi kapsamında silahtan sayılmasının mümkün olmadığı gözetilmeksizin silahla yaralama suçundan hüküm tesis edilmesi kanuna aykırıdır. (2.CD 19.02.2009 T 2008/15562 E-2009/7594 K. sayılı ilamı)

Suçu Meslek Edinen Kişinin Tanımı

Her suç işleyen kişi suçu meslek edinen kişi kabul edilir mi? Suçu meslek edinen kişi kimdir? Şartları nedir?

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.02.2014 Tarihli 2013/7-399 E ve 2014/58 K. sayılı ilamı uyarınca;

“Kısmen de olsa suçtan elde ettiği kazançlarla geçimini sağlamayı alışkanlık haline getiren sanık suçu meslek edinen kişi olarak kabul edilir.  Başka bir kazanç kaynağı olsa dahi kazanç sağlamak için her türlü suçu işlemesi halinde sanık, suçu meslek edinen kişi olarak kabul edilir. Sanığın suçu meslek edinen kişi olarak kabul edilmesi için aynı suçtan daha önce hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmünün bulunması şart değildir.”

Ceza Hukukunda Gece Vakti

Gece vakti denildiğinde hangi saatlerin anlaşıldığı Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza Kanunlarının Uygulanması” başlıklı 6. Maddesinde; “Gece vakti güneşin batmasından 1 saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi” olarak tanımlanmıştır.

Konut dokunulmazlığını ihlal, hırsızlık ve yağma suçlarının gece vakti işlenmesi halinde suçun nitelikli hali işlenmiş kabul edilmektedir.

Suçun gece vaktinde işlenmiş olup olmadığı, tespit edilen suç saatine göre güneşin doğuş ve batış saatleri İstanbul Kandilli Rasathanesinden veya Müftülükten ya da Adalet Bakanlığı internet sitesinden araştırılıp öğrenildikten sonra belirlenmektedir.

Eylemin gece vakti sayılan zamanda gerçekleştirildiği kesin oarak belirlenemezse, eylem gündüz gerçekleşmiş sayılmalıdır.

Adalet Duygusu

Bugünkü makalemizde, onlarca değişik ülkede kültürel farklılıkları olan binlerce kişi üzerinde uygulanmış olan “Ultimatom Oyunu” isimli bir deneyden bahsetmek istiyorum. 

Deneyin kurgusu, “paylaşım” üzerine kurulmuş. Adil bir paylaşım yapılmadığı takdirde sonuçlar nasıl olacak?

Bu deneyde sizi ve daha önceden tanımadığınız bir kişiyi farklı odalara koyuyorlar. Kura çekilecek ve kura sonucunda bir kişiye 1.000 TL para verilecek. Parayı kim alırsa arzu ettiği şekilde bu parayı bölüştürecek.

Diğer kişi bu paylaşımı kabul ederse, herkes hakkına düşeni alacak ve deney bitecek; kabul etmezse kimse para alamayacak. 

Kura çekimi sonucunda 1.000 TL’nin size çıktığını varsayalım.

Bu parayı istediğin oranda paylaştırma hakkına sahipsin. İster yarı yarıya bölüştür; istersen 750 TL’yi kendine ayırıp, kalan 250 TL’yi diğer odada bulunan kişiye teklif et.

Diğer kişi payına düşen 250 TL’yi kabul ederse problem yok. Sonuç böyle olursa, sen 750 TL’yi cebine koyarsın, diğer kişi de 250 TL’sini cebine koyacak ve deney sona erecek.  Teklifin kabul edilmezse kimse para alamayacak.

Peki, diğer kişi parayı bölüştüren olsa ve size 300 TL teklif etse, “eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir” diyerek bu teklifi kabul edecek misin? Yoksa bu oran “hakkaniyetli değil” düşüncesiyle reddederek karşı tarafı 700 TL almaktan mahrum mu edeceksin?

Her defasında bu deneyde,  paylaşım yüzde ellinin uzağında olduğu zaman insanlar teklifi kabul etmedi. Kendilerine düşen parayı almak yerine paylaşımı adil yapmayan kişiyi “cezalandırmayı” tercih ettiler.

Bu deney sonucundan ne anlamamız gerekiyor?

Zannedilenin aksine, insan sadece kendi çıkarını düşünen bir varlık değildir; sahip olduğu adalet duygusu, bazı durumlarda kendi kişisel çıkarını bile göz ardı etmesine neden olur.

İnsanların tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere gelmesini ve bir şeyleri başarmasını hiç kimse adaletsiz bulmaz. Ne zaman ki birileri durumdan çıkar sağlamaya çalışırsa, millet olarak bunu “haksızlık” olarak değerlendiririz.

Kimsenin sebep olmadığı “haksız sonuçları” (kendi başımıza bile gelse) daha kolay kabullenirken sonuca etki eden yol ve yöntemlerin kasıtlı olarak kurgulandığını düşündüğümüz durumlarda adalet duygumuz rencide olur.

Dolayısıyla hepimiz için “niyetin” ve “sürecin” adil olması, “sonucun” adil olmasından daha fazla önem taşır. Bazen elde ettiklerimizi hiç beğenmesek de sürecin adil işlediğine inanmamız halinde, sonucu “hakkım buymuş” diye kabul ederiz. Niyet ve süreç adil olduğu sürece sonucun da adil olacağından emin oluruz.

Harvard Üniversitesi hukuk profesörlerinden Yochail Benkler, adaleti sağlamanın üç boyutu olduğunu söyler:

  1. Niyetin adil olması
  2. Sürecin adil olması 
  3. Sonuçların adil olması 

Adalet, bütün ilişkilerimizde bize rehberlik eden bir değerdir. Ceza yargılamalarında da, bu üç husus adil olmadığı sürece “adalet” yok hükmündedir.

Adil Yargılanma İlkesi ve Yargıtay

Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada sanığın savunması alındıktan sonra suç vasfının değişme ihtimali bulunduğundan bahisle, görevsizlik kararı verilerek dosya Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilirse, kural olarak sanığın sorgusunun yeniden yapılması gerekmektedir. Bunu daha önceki yazılarımızda emsal Yargıtay kararlarıyla izah etmiştik. Ancak şimdi ki Yargıtay kararında, görevsizlik kararı verilmesi üzerine sanığın yeniden sorgusunun yapılmasına gerek olmadığına vurgu yapılmaktadır.

Ancak sanığa usulüne uygun şekilde tebliğ yapılmayıp duruşmadan haberdar edilmeden sanığın önceki beyanıyla yetinilerek yokluğunda hüküm kurulması adil yargılanma ilkesinin ihlalidir. (YCGK, 17.02.2009,2-251/30)

İddianame daha önceden sanığa tebliğ edilmediğine göre, CMUK 210 maddesi gereğince, iddianamenin tebliği ile savunma arasında en az bir hafta süre geçmesi gerektiği gözetilmeden, sanığa savunma yapmak için süre isteyip istemediği sorulmamak suretiyle hüküm tesis edilmesi savunma hakkının kısıtlanmasıdır. (4.CD. 05.07.2010-2008/15663-2010/13027)

Görevsizlik Kararının Detayları

CMK’nın 7. maddesi uyarınca, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür. Diyelim ki, asliye ceza mahkemesinde hakkınızda dava açıldı. Asliye ceza mahkemesinde savunmanızı yaptınız, tanıklarınızı dinlettiniz veya katılan taraf olarak beyanda bulundunuz veya iddia tanıklarını dinlettiniz diyelim. Delillerin toplanması neticesinde, suç vasfının değişebilme ihtimali bulunduğu durumda asliye ceza mahkemesince görevsizlik kararı verilerek dosya ağır ceza mahkemesine gönderilebilir. İşte böyle bir durumda, sanık hakkında derhal beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusu değilse ağır ceza mahkemesinde savumanız yeniden alınmak zorundadır. Tanıklar tekrar dinlenilmek zorundadır. Keşif yapılması gerekiyorsa keşif yapılmalıdır.Sanığın, katılanın veya tanığın beyanlarının yeniden alınması zorunluluğu yüzyüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkeleri gereğidir. Tam bir vicdani kanının oluşabilmesi için mahkemenin delillere doğrudan temas etmesi gerekmektedir.

Ancak, görevsizlik kararı veren hakim veya mahkeme tarafından adli tıp raporu aldırılmışsa, yeniden rapor alınmasına dair talepler yargılamayı gereksiz yere uzatabileceği düşünüldüğünden bu yöndeki talepler büyük ihtimalle reddedilecektir.

Sanık hakkında açılan kamu davasında, sanığın eyleminin basit cinsel saldırıya teşebbüs olarak kabulü ile görevsizlik kararıyla dosyanın mahkemeye gönderilmesi üzerine mahkemenin görevsiz mahkemedeki usuli işlemleri tekrar etmesi, savunma, iddia ve tanıkların dinlenmesi gerektiği ve olayda derhal beraat kararı verilmesini gerektiren bir durumda olmadığı halde görevsiz mahkemede ki beyanlara dayanılarak tensip kararıyla yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 7. Maddesine muhalefet edilmesi kanuna aykırı bulunmuştur. (14 Ceza Dairesi 3.7.2013 tarih 2313/8479)

Davasız Yargılama Olmaz!

İddianamede yer verilmeyen bir fiilden dolayı sanığa ek savunma hakkı verilerek hüküm tesisi veya görevsizlik kararıyla işin görevli mahkemeye gönderilmesi olanaklı değildir.

Ayrıca, görevsizlik kararı, iddianamedeki anlatımın yanlış nitelendirilmesine dayanmaktadır. İddianamede anlatılmayan eylemlere yeni eklemeler yapıp yeni iddialar oluştururarak görevsizlik kararı verilemez.

Yukarıda izah ettiğim hususa ilişkin Yargıtay 20. CD., 21.03.2016, 1676/1604 sayılı ilamını incelemek gerekiyor. Anılan kararda, “Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 08.03.2007 tarihli iddianamesi ile sanıklar hakkında sadece “iştirak halinde uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan kamu davası açıldığı, “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” veya “bu nitelikte bir örgüte üye olma” suçuyla ilgili fiil, suç adı ve sevk maddesinin yer almaması nedeni ilebu suçlardan açılmış kamu davası bulunmadığı, CMK’nın 225/1 fıkrasına göre hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilebileceğinden, iddianamede yer almayan bir fiilden dolayı görevsizlik kararı verilmesi durumunda bu kararın iddianame yerine geçmeyeceği de gözetilmeden, usulüne uygun olarak açılmış dava bulunmadığı halde belirtilen suçlardan hüküm kurulması” kanuna aykırı bulunmuştur.

Görevsizlik Kararı Aşamaları

Mahkemenin duruşma hazırlığı yaptığı dönemde görevsizlik kararı sadece iddianamedeki anlatımdan görevsiz olduğunu anlaması durumunda mümkündür.

Bu durumda mahkeme tensip aşamasındayken görevsizlik kararı vermelidir. Hal böyle olunca sanığın sorgusunun yapılmaması, tanıkların beyanlarının alınmaması gerekmektedir. Ancak bu durum her zaman böyle olamayabiliyor. Örneğin, mahkeme kendisini görevli kabul ederek yargılamayı yaptı ancak toplanan deliller neticesinde görevsiz olduğunu düşünürse ne olacak?  Böyle bir durumda da görevsizlik kararı verilerek, dosya görevli mahkemeye gönderilecektir. Yargıtay’ın bir çok kararında bozma gerekçesi yapılan husus şudur. Kural olarak, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür. Ancak uygulamada bazen, görevsizlik kararı üzerine dosya kendisine gönderilen mahkeme, sanığın sorgusu nasıl olsa yapıldı veya tanığın beyanları nasıl olsa alındı diyerek tanık veya sanık beyanlarının yeniden alınmasına ihtiyaç duymadan, önceki beyanlarıyla yetinilerek hüküm tesis edildiği görülmektedir. Bu durum usul ve yasaya aykırıdır.

Bir diğer durum ise, bilindiği üzere iddianame, davanın sınırlarını belirleyen suçlama belgesidir ve CMK 225/1 maddesi uyarınca, hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Dolayısıyla görevsizlik kararı verilmesinde de iddianamedeki anlatımın esas alınması zorunludur. Çünkü görevsizlik kararı, iddianame değil; CMK 191/3-b maddesine göre iddianame yerine geçen belgedir. Görevsizlik kararı, sonuç itibariyle iddianame gibi değerlendirilen bir suçlama belgesi olduğundan CMK170/3 maddesi gereğince iddianamenin taşıması gereken tüm unsurları barındırması gerekmektedir.

 

 

 

Eksik İncelemeye İlişkin Yargıtay Kararı

Sanığın davaya konu eşyayı 24.08.2010 yılında Suriye’den satın aldığını savunması ve sanık hakkında dava konusu eşyayı, gümrük işlemlerine tabi tutmadan yurda getirdiği iddiasıyla kamu davası açılması karşısında, savunmanın doğru olup olmadığının denetlenmesi ve suç vasfının tayini açısından, sanığın belirtilen tarihte Suriye’den yurda giriş yapıp yapmadığı Gümrük İdaresinden sorularak giriş yaptığının tespiti halinde ise, dava konusu ele geçen eşya yolcu beraberi eşya statüsünde olup, ticari mahiyette de bulunmadığı ve ithalinin de yasak olmadığı gözetilerek sanığın atılı suçtan beraati yerine yazılı şekilde hüküm kurulması kanuna aykırıdır. (7CD, 29.05.2013, 1535/12543)

Mali Müşavir Kamu Görevlisi midir?

3568 sayılı Serbest Muhasebeci ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununun 47. maddesine göre sanık kamu görevlisi olarak kabul edilir.

Mali Müşavir sanığın görevi sırasında veya görevi sebebiyle işlediği suçlardan dolayı fiillerinin niteliğine göre TCK’nun kamu görevlilerine ilişkin hükümleri uyarınca cezalandırılmaları gerekmektedir. (Yargıtay 5. Ceza Dairesi 29.04.2014, 2291/478)

Görevsizlik Kararı Verilmesi Gerektiğine Dair Yargıtay Kararı

Sanığın eline aldığı kırık bira şişesi ile katılanın üzerine yürüyüp küfürler ederek, “bana para vereceksin lan, bana niye içki almıyorsun, para vermezsen seni gebertirim” şeklindeki sözlerle tehditte bulunduğunun iddia edilmesi karşısında, tehdit eyleminin, TCK’nun 148. maddesinde düzenlenen yağma suçuna teşebbüs kapsamında kalıp kalmadığına dair kanıtları değerlendirme ve suçu nitelemenin, ağır ceza mahkemesinin görevinde olduğu ve bu nedenle görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yargılamaya devamla hüküm tesis edilmesi kanuna aykırı bulunmuştur. (Yargıtay 4. CD 22.04.2014 T. 2014/36643 E, 2014/12958 K.)

Disiplin Hapsi Nedir?

Disiplin hapsinin tanımı 5271 Sayılı CMK’nun “Tanımlar” başlığı altındaki 2/1-L bendinde yapılmaktadır. Kanunda yer verilen tanıma göre disiplin hapsi, “kısmi düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen , seçenek yaptırımlara çevrilmesi mümkün olmayan, ön ödeme uygulanmayan, tekerrüre esas olmayan, şartlı salıverilme hükümleri uygulanmayan, ertelenemeyen ve adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapis” şeklinde tanımlanmaktadır.

Adil Yargılama İlkesi Nedir? Biz Ne Anlamalıyız?

Adil yargılama ilkesi, ceza yargılamasında insan hakkının özünü ve temelini oluşturan, birden çok ilkeyi içerisinde barındıran temel bir ilkedir. Bir binanın temeli nasıl sağlam olmalıysa, adil yargılama ilkesinin de, sağlıklı ve adil bir yargılama yapılabilmesi için o derece sağlam olması gerekmektedir.

Adil yargılama ilkesi denilince, yargılama sürecinin bütünüyle, insan haklarına, adalete, eşit imkanlarla yürütülmesi akla gelmelidir.

Adil yargılama ilkesinin içerisinde barınan diğer ilkeler nelerdir?

1- Makul sürede yargılanma hakkı

2- Hakkaniyete uygun düşecek şekilde yargılanma hakkı

3- Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı

4- Hak arama hakkı

5- Çelişmeli yargılama hakkı

6- Savunma için gerekli ve yeterli imkana sahip olma hakkı

7- Savunman/Müdafi yardımından faydalanma hakkı

8- Tercüman talep etme hakkı

9- Silahların eşitliği

10- Gerekçeli karar hakkı

11- Mahkemeye erişebilme hakkı

12- İsnat edilen suçu öğrenme hakkı

13- Aleni yargılanma hakkı/Aleniyet ilkesi

14- Etkili başvuru hakkı

Segbis Aracılığıyla Savunma Alınması/Savunma Hakkının Kısıtlanması

Sanığın savunmalarının yargıda teknolojik devrim olarak lanse edilen Segbis (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) aracılığıyla alınması savunma hakkını kısıtlar mı? Bu konuda daha önce bir makale paylaşmıştım ancak bu hususu biraz daha ayrıntılı tartışmak ve Yargıtay’ın güncel ve istikrar kazanmış kararlarına dayandırmak gerektiğini düşünüyorum.

Ceza yargılamalarında en çok karşılaşılan durumlardan birisi de, sanığı duruşmada hazır bulundurmadan, Segbis sistemi aracılığıyla savunmasının alınmasıdır. Bazı yargı çevrelerinde usul ekonomisi bahanesiyle çok sık rastlanmaktadır. Nasıl olsa video konferans yoluyla da bir şekilde sanığın savunması alınmış oluyor veya sanık nasıl olsa bu şekilde de rahatlıkla savunmasını yapabililiyor mantığıyla hareket etmek hatalı bir uygulamadır. 

Bu hususta Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun görüşleri çok net olmasına rağmen, yerel mahkemeler halen sanığı duruşmaya getirmemekte, savunmasını Segbis aracılığıyla almaya ısrarla devam etmektedir., 

Farklı yargı çevresindeki Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan hükümlü bulunan ve duruşmalardan vareste tutulma talebi bulunmayan sanığın, Cumhuriyet savcısının esas hakkında görüşünü açıkladığı ve hükmün açıklandığı son duruşmada hazır bulundurulmadan, Segbis aracılığıyla sanığın duruşmaya katılması CMK 196 uyarınca savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 3.4.2018 Tarih ve 2014/851 E. 2018/536 K. sayılı ilamı) 

Segbis sisteminde sıkıntılar yaşandığı herkes tarafından bilinmektedir. Zaman zaman bağlantının kopması, sanığın kendisini yeterince ifade edememesi, zaten heyecanlı ve tedirgin olan sanığın bağlantıdan kaynaklı hatalar nedeniyle motivasyonunu kaybetmesi söz konusu olduğundan, sanığın bizzat duruşmada hazır edilmesi esas kuraldır. Sanığın savunmasının Segbis sistemi aracılığıyla alınması sanık ve müdafiinin açık rızasına dayanmak zorundadır. 

Alacak-Verecek Meselesi ve Haksız Tahrik Hükümleri

Böyle bir olayda haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun istikrar kazanmış çok sayıda içtihadına rastlanmaktadır.

Aşağıda yer verdiğimiz Yargıtay kararında, otomobilin devrini almış ancak ödemesini daha sonra yapacağını beyan etmektedir. Ancak, bu kişi aracı devralmasına karşın, sanığa ödemeyi yapmamakta ve sanığı sürekli oyalayarak telefonlarına cevap vermemektedir. Ekonomik anlamda ciddi sıkıntılar yaşayan sanık, maktulle buluştuktan sonra borcunu istemiş; maktulün kendisine sinkaflı şekilde küfür etmesi nedeniyle kasten öldürme suçunu işlemiştir.

Yerel Mahkemece sanık hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmamıştır. Yerel mahkemenin direnme kararı üzerine, uyuşmazlık konusu olay, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca neticeye bağlanarak; somut olayda sanığın, maktulden kaynaklı haksız fiillerin oluşturduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında hareket ederek atılı suçu işlediği kabul edilerek sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin mutlaka uygulanması gerektiği vurgulanmıştır.  (Ceza Genel Kurulu’nun 18.11.2014 tarihli 2014/ 1-146 E. ve 2014/494 K sayılı ilamı)

Çobanlık yapan sanık için az sayılamayacak miktarda olan yaklaşık 5.000,00 Türk Lirası parayı kısa bir süre içerisinde ödemek üzere alan maktülün, bu borcu ödeyecek mal varlığına sahip olmasına rağmen dokuz ay gibi uzun bir süre borcunu ödemediği gibi, olay günü karşılaştıklarında parasını isteyen sanığa hitaben alaycı ve tahrik edici bir üslupla “mahkemenin yolu oradan geçer, gücün yetiyorsa gel al” şeklindeki konuşması yaşama ve geçim çabası içerisinde bulunan sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektiren haksız bir davranış olup, alacağını uzun süredir alamayan ve herhangi
yazılı bir belge almamış olduğu için de alacağını tahsil edemeyeceğini düşünen sanığın, maktülden kaynaklanan haksız davranışın oluşturduğu öfkenin etkisi altında kalarak kasten öldürme suçunu işlediğinin kabulü gerekmektedir. (Ceza Genel Kurulu14.02.2012; 2011/1-453 E.-2012/36 K.)

Segbis Bağlantısı Savunma Hakkını Kısıtlar mı?

Ceza yargılamasında genel kural sanığın duruşmada hazır bulundurulmasıdır. Sanığın duruşmada hazır bulundurulması yalnızca mahkeme kararıyla mümkün olabilir. Tabiki, bu sınırlandırma keyfi olarak uygulanamaz; mutlaka somut bir gerekçeye dayandırılmalıdır. Sanık olarak yargılanan kişinin ilk ve son savunmanın alındığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlarda özellikle duruşmada bizzat hazır edilmesi gerekmektedir. Yapılacak Segbis bağlantısının sanığın açık kabulüne dayalı olması gerekmektedir.

Sanığın bu yönde açık bir kabulü varsa, sesli ve görüntülü yöntemle sanık savunması alınırken, savunmanın da sanığın yanında bulundurulması gerekmektedir. Bu olanak tanınmadan sanığın savunmasının alınması halinde sanığın en temel hakkı olan savunma hakkının kısıtlandığının kabulü gerekmektedir.